Moda Tasarımcısı Ayşegül Akköprülü

DOGO: Merhaba, bize kendini tanıtır mısın?
Ayşegül: 1983 Bursa doğumluyum, Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Grafik Anasanat dalını bitirdikten sonra stilistlik eğitimi aldım. Bu iki eğitim iş yaşamımda birleşti ve beni moda grafikeri yaptı. Moda grafikerliğinin yanı sıra bir dönem mağazacılık ve sanatçı menajerliği yaptım, bir süre de kendi sanat galerimi işlettim. Tüm bu süreçlerden sonra tasarımcı kimliğim ağır bastı. Hep hayalini kurduğum tasarım markamı ‘UNTITLED’ı çıkartmak üzereyim. Yakın zamanda Londra’ya taşındım.

moda-tasarimcisiDOGO: Neden UNTITLED ismi?
Ayşegül: UNTITLED ismi etrafımda unvanına bağımlı pek çok insanın varlığından doğdu. Mesai saatleri dışında bile sadece iş konuşulan bir arkadaş ortamıydı ve çok sıkılıyordum. Unvanların içinin boş olduğunu ve kişiler için bağımlılık olduğunu düşünüyorum. Unvan sizi bırakabilir ya da siz unvanınızı bırakabilirsiniz.

DOGO: UNTITLED markası nasıl doğdu, anlatır mısın?
Ayşegül: Kendimi ifade etme ve kalbimden geçenleri aktarma ihtiyacımdan doğdu. Malzemeleri genel kullanım alanlarının dışında yorumlayarak, bir araya getirmeyi seviyorum. Özgün tasarımlar yapıp insanlarla paylaşmak istedim.

DOGO: Tasarımlarını hazırlarken nelerden ilham alıyorsun?
Ayşegül: İzlediğim bir filmde geçen dialog ilham kaynağım olabilir, önünden geçtiğim bir graffiti, denk geldiğim bir nakış, etkileşime geçtiğim kişiler de olabilir. Bunlar birikerek koleksiyonu oluşturuyor. Malzemeleri olduklarından farklı görmeyi ve yeni formlar vermeyi seviyorum. Bir nevi heykel yapmak gibi. Zihnimi açık tutmaya çalışıyorum her an.

DOGO: Peki, DOGO ile nasıl tanıştın?
Ayşegül: Bir gün, Galatasaray Lisesi’nden Boğazkesen Caddesi’ne doğru vitrinlere bakarak yürürken, DOGO’yu keşfettim. İzmir merkezli olduğunu öğrendiğimde “Vay be!” diye düşünmüştüm.

DOGO: DOGO’yu 3 kelime ile anlatsan…
Ayşegül: Renkli, Enerjik, Mutlu.

moda-tasarimcisi-ingiltereDOGO: Londra’da yaşam nasıl gidiyor?
Ayşegül: Londra benim için bir masal şehri gibi. Burada göğü oturduğunuz her yerden görebiliyorsunuz. Yüksek katlı binalara gömülmüş bir kozmopolitan değil. Yemyeşil, parklarla dolu bir şehir. Hayvanat bahçesinde görmeye alışkın olduğumuz kuşlar parklarda serbestçe dolaşıyor. Sincaplar sizden yemiş bekliyor ve arka bahçenizde tilki dolaşıyor. Gün doğumunda ve batımında gökyüzü o gün seçtiği rengin her tonunu seriyor gözünüzün önüne. Ve her şeyden öte halkı tarafından sevilen bir kraliçe, soylu olmayan kadınlarla evlenen prensler var, peri masalı!

DOGO: Londra senin şehrin, 24 saatimiz olsa orada bize neler önerirdin?
Ayşegül: İlgi alanınıza göre bir müze gezip, sonrasında yorgunluğunuzu atmak için bir kahve molası verebilirsiniz. Sokaklarda kaybolarak dolaşmanızı, öğlen size yakın parklardan birinde piknik yapmanızı öneririm. Bir kaz ailesi ya da olağanüstü güzelliğiyle bir kuğu piknik örtünüze saldırabilir. Her yerde sevimli sincaplar görebilirsiniz. Mutlaka London Bridge’den yürüyerek geçin, Brick Lane ve Portobello Market’lerde dolaşın. Özgün tasarımlar ve eşsiz mağazalarla karşılaşacaksınız. Akşam yemeği için puba gitmek Londralı bir seçim olur. Giyim konusunda en kendine has dil benim için Londra. Metroda Alice Harikalar Diyarı’ndan çıkıp gelmiş bir karakterle bile seyahat edebilirsiniz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir